29 Mart 2012 Perşembe



             

SAĞIR KURBAĞA HİKAYESİ



Kurbağalar bir gün yarışma düzenlemiş. Hedef; çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış ve yarış başlamış.Gerçekte seyirciler arasında hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş.Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: ''Zavallılar! hiç bir zaman başaramayacaklar!''
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyorlarmış:''Zavallılar! hiç bir zaman başaramayacaklar!''
Sonunda bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş;''Bu işi nasıl başardın?'' diye.O anda farkına varmışlar ki; Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

Siz de, hayallerinizi gerçekleştiremeyeceğinizi söyleyen söz ve kişilere karşı hep sağır kalın. Olumsuz düşünen insanları duymayın!…

13 Mart 2012 Salı

UYUŞTURUCULAR VE SUÇ



T.Fikret SARISÖZEN[*]


            Günümüz kriminolojisinde son zamanlarda ortaya atılan söylem ve araştırmaların önemli bir bölümü, uyuşturucu kullanımı ile suç, özellikle şiddet suçları arasındaki bağda odaklanmıştır. Bu hipotezler tipik olarak uyuşturucular ile suç arasında iki yönlü bir nedensel bağlantı kurmaktadır.
1-     Belirli bir uyuşturucu maddenin psikolojik etkilerinin, insanın bastırdığı engelleri
ortadan kaldırarak ya da diğer farmakolojik etkilerle şiddete yol açtığı söylenmektedir.
2-     Bazı uyuşturucu maddelerin çok pahalı olmasının, tiryaki oldukları maddeleri
kullanmak için yeterli parayı bulmak amacıyla uyuşturucu kullanıcılarını suç işlemeye(özellikle mülkiyet suçlarına) yöneldiği söylenmektedir. “Uyuşturucuların suç işlemeye neden olduğu” hipotezinin odak noktası, hangi etkenin öncelik taşıdığı sorusudur. Uyuşturucu ya bağımlı hale gelip daha sonra suç işleyen bireylerimi, yoksa suç kariyeri başladıktan sonra uyuşturucu kullanmaya başlamış olan suçluların mı? Bana göre: önemli araştırmalara rağmen bu ampirik sorunun cevabı henüz verilmemiş durumdadır. Bununla birlikte, yapılan incelemelerin pek çoğu uygun hapishane ve mahkumlar arasında yapılmış olmakla ve buna bağlı olarak bir örnekleme sorunu çıkarmakla birlikte, uyuşturucu kullanımı ile suç işleme arasında olumlu karşılıklı ilişkiler bulunduğu ortaya konulmuştur.
            Başka bir ampirik sorun genel suç oranının ne kadarını uyuşturucu kullanıcılarının işlediğini belirlemede çıkan güçlüktür. Yapılan araştırmalar, uyuşturucu bağımlıları ilgili doğru verilere ve onların bağımlılıklarının parasal maliyetini gösteren rakamlara sahip olsak bile, eroin bağımlılarının ne kadar suç işlediğini hesaplamak hemen hemen olanaksızdır.
            Kriminologlar suç oranlarında görülen dalgalanmaları, uyuşturucu piyasalarındaki ve uyuşturucu kullanımı modellerindeki değişkenlerin tarihsel olarak suç eğilimleri ile nasıl bir ilişki içinde olduğuna işaret ederek açıklamaya çalışırlar. New York emniyet müdürlüğünce yapılan bir araştırmada 1980lerin sonunda ülke çapında soygun şikayetlerinde görülen artışların, sezgisel ve anekdot olarak  daha yüksek suç oranları ile bağlantılı olduğu tahmin edilen bir uyuşturucu olan crack kokainin ortaya çıkışına bağlanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Crack kokain New York City’de uyuşturucu sahnesine  1985 ve 1986 da soygun şikayetlerinin fiilen dramatik ölçülerde arttığı bir zamanda çıkmıştır. Pek çok kriminolog, bu tarihsel trendlere ve basit bir karşılıklı ilişkide çıkarsama yapmak gibi genel bir eğilime bakarak, 1980lerin sonlarında New York City‘de işlenen soygun olaylarındaki artışta crak kokainin çıkışının neden olduğu sonucuna varacaktır. Oysa bu kriminologlar, New York City’de işlenen soygunlarda görülen azalmanın crack kokain bağımlılığı ve kullanımındaki dramatik bir azalmaya işaret ettiği sonucu çıkarmaya eğilimli olurdu. Bazıları da, benzer bir doğrultuda, sokak çocuklarının tercih ettiği uyuşturucu olarak eroinin tekrar öne çıkmasının ev hırsızlığı şikayetlerinde bir artıştın ifadesi olabileceğini, çünkü ev hırsızlığı oranlarının uzun süreden beri eroin kullanımının ölçüsü ile bağ kurularak açıklandığını ileri süreceklerdir. Ne yazık ki bu kriminologların iki hipotezi de New York City’de bu günkü ampirik verilerle doğrulanmamaktadır.
            1984’de crack kokain patlamasından hemen önce, NYPD Manhattan Central Booking sponsorluk yaptığı ilk uyuşturucu kulanım tahmini (duf) idrar tahlili alan izleri, suçu ne olursa olsun, örnek seçilen tüm tutuklular arasında %42’lik bir kokain kullanma oranı bulunduğunu ortaya koyuyordu. 1988’de, crack kokain salgınının herhalde en yoğun olduğu zaman da, bütün tutuklular arasında  kokain kullanımının üstünlüğü neredeyse iki kat artarak %83’e çıkmıştı ve crack kokain ile suç işleme arasında hipotetik bir ilişki olduğu düşüncesine inandırıcılık kazandırıyordu.
            O yıllardan beri bütün tutuklular arasında kokain kullanımında bir azalma görülmesine rağmen, bu düşüş oldukça sınırlı boyutlar da kalmıştır. Şubat 1995’de tutukluları %78’i kokain testinde pozitif sonuç verirken, Mayıs 1995’de %68’i kokain testinde pozitif sonuç veriyordu. 3 ayda bir çıkarılan bu veriler pozitif kokain testlerinde tipik bir değişim çerçevesinde kalmaktadır. Üç ayda bir yapılan incelemelerde kokain testi pozitif çıkan tutukluların oranı %59 ile %83 arasında değişmiş ve 1993’den beri %63’den %78’e yükselmiştir. New York City’deki tutuklular arasında kokain kullanımı önemli ölçüde azalmadığı gibi kokain kullanımındaki azalmanın kokainin neden olduğu tahmin edilen suç ve şiddet suçu oranlarındaki muazzam azalmaya işaret edebileceği ölçüsünde kesinlikle azalmamıştır. New York City’deki soygunların 107.500 vakayla 1981’de, crack kokainin çıkışından önce ve DUF ölçülerine göze crack kokain kullanımının en yoğun düzeye ulaştığı zamandan 7 yıl önce tepe noktasına ulaştığına dikkat çekilmelidir.
            Eroin bağımlılığındaki hipotetik, üç ayda bir açıklanan uyuşturucu kullanım tahmini verilerinde de açıkça görülmez. 1984’de tutukluların %21’nin afyon testi pozitif çıkmış ve afyon testi pozitif çıkanlar en yüksek noktaya Haziran 1988’de %27, Ekim 1988’de %25’lere ulaşmıştır. En yeni DUF testlerine göre, Şubat ve Mayıs 1995’te tutukluların %22’si ve 20’sinin afyon testleri pozitif çıkmıştır.
            Narkotik çalışmalarla ilgili verilerde, uyuşturucu kullanımının önemli ölçüde azalmadığı yönünde dolaylı bir kanıt ortaya koymaktadır. New York City’de Narkotik suçlarla ilgili toplam tutuklamalar 1984’den beri en yüksek noktasına, 1994’de % 29,9’luk artışta çıkmıştır. Uyuşturucu suçu tutuklamaları 1994’de %11,4 oranında artarken, uyuşturucu kullanmakla suçlanarak yapılan tutuklamalar %54.2 artmıştı. 12 Kasım 1995’e kadar, NYPD’deki toplam narkotik suçları tutuklamaları, 1994 dönemine kıyasla %10.14, 1993 dönemine kıyasla %39.06 oranında artmıştır. Bu artış açıkça bizim şehrin narkotik suçlar probleminin üzerine yürümeye yönelik yoğun çalışmalarımızdan ve stratejik yaklaşımımızdan kaynaklanmasına, tutuklama verileri uyuşturucu kullanımının yaygınlığı konusunda kesin bir kanıt sayılmamasına rağmen, bu sayılar uyuşturucu kullanımının hala yaygın kaldığının kesin bir göstergesidir.
KENTLEŞME VE SUÇ
                                                                                 
Kent, modern hayatın tüm cazibelerini içermesi nedeniyle insanların yaşam alanı olarak tercihleri olmuştur. Bu tercih çoğunlukla da zorunluluklara dayanmaktadır. Ülkemizde özellikle 20. asrın ikinci yarısından sonra hızlı bir şehirleşme yaşanmış, hızla nüfusu ve sorunları artan büyük şehirler meydana gelmiştir. Göç hareketlerine bağlı olarak kentler, sosyal kontrolün azaldığı mekanlara dönüşmüştür. ( S. Şener, 2009: 179 )
Kırdan kente göçenler genellikle belli bir bölgenin, şehrin ismiyle anılan gecekondu mahallerinde yaşarlar. Şehrin zor koşullarına karşı dayanışmanın olduğu, ilk grup ilişkilerinin yaşandığı, geleneksel değerlerin ayakta tutulduğu gecekondu toplumu sosyal çözülmenin önüne geçer. ( Dönmezer, 1986: 69 ) Ancak gecekondu toplumunun kente karşılaştığı işsizlik, konut, çevre gibi problemlerle yeni bir hayat tarzından kaynaklanan sorunlar gelenek ve görenekleri eriterek düzensizliğe ve değişime neden olur. ( Balcıoğlu, 2001: 180 ) Özellikle göç eden ailenin kentte doğup büyüyen bireyleri, bir yandan anne babanın çalışmak zorunda olması nedeniyle gelenek ve göreneklerden uzaklaşırken, diğer yandan da kentin rekabetçi, başıboş ortamında sapkın davranışlar içine girebilmektedir. Bu sapkın davranışlar sosyal kontrolün olmadığı, denetim ve gözetimden uzak alanlarda suça dönüşmektedir.
Metropol kentlerde bazı mahalle ya da semtler aşırı alt kültür gruplarının barınağı haline gelebilmektedir. Bu gruplar içinde bulundukları toplumun sosyo – ekonomik geri kalmışlığını da kullanarak hukuk dışılığı ve suçu teşvik etmektedir. Bu şekilde suç sosyal etkilenişim  marifetiyle intikal eden  ve  suçu  normatif olarak tasvib eden  ve  hatta    ona    hayranlık   duyan bir kültür ortamının bir parçası olmaktadır.   ( Dönmezer, 1986: 60 )
Kentte oluşan yaşam biçimiyle komşuluk ilişkileri gibi toplumsal denetim mekanizmalarının yok oluşu neticesinde kentin gözde semtlerinde bile terör örgütleri barınıp, burayı hücre evine dönüştürerek, kent için tehdit unsuruna dönüşebilmektedir. ( Bostancı’da son yaşanan olay )
İdeolojik temele dayanarak ya da ekonomik menfaat ilişkileri çerçevesinde suçlular bir zeminde buluşarak, kendilerine özgü suç teknikleri geliştirerek, kapsamlı ve organize örgütlerle suçu hayat şekli haline getirmektedir. Bu şekildeki suçlular, kendilerini suç işledikleri topluma tabi saymaz. Suçlu fiilini hayatının kişisel olmayan bölgeleri içinde işler. Şehir hayatının kültür yönünden heterojen özelliği sayesinde suçlular kendilerine özgü bir kültür geliştirir.
Ülkemizde suça genel olarak baktığımızda kent ve kırsaldaki suçlar miktar, tür ve nitelik olarak farklılık göstermektedir. Cana karşı suçlar en çok kırsal kesimde, mala karşı suçlar ise kentte işlenmektedir. Cana karşı suçlarda en belirgin neden namustur. Kırsal kesim kültüründe adam öldürme kişisel problemleri çözmede bir yol olarak benimsenir. Oysa kent kültüründe sorunların çözümü için daha çok hukuki ve kurumsal aktörler işlev görmektedir.
Kentlerde gecekondu bölgelerinde yaşayan, düşük gelire sahip kişilerle, eğitim düzeyi yüksek, orta ve iyi gelir sahibi, kentin imkanlarına sahip bölgelerde yaşayanlar arasında farklı suç türleri gelişmektedir. Hırsızlık, cebir ve şiddet suçları gecekondu bölgelerinde yaşayanlarda daha çok görülür. İyi bir eğitim almış, geliri iyi olan kişilerde ise beyaz yaka suçları, profesyonel suçlar gözükmektedir. ( Yıldırım, 2004:126 ) Teknolojik imkanların yaygınlaşmasıyla son dönemde bilgisayar ve bilişim suçlarında da artış gözlemlenmektedir.
Suçu ve onu oluşturan faktörleri kentleşmeye yada tek bir nedene bağlamak şüphesiz gerçeklerden uzaklaşmak olacaktır. Suçun oluşumunda kentleşmenin rolü olduğu gibi sosyal, psikolojik, sosyo-psikolojik bir çok faktörün rol aldığı muhakkaktır.
[*] İstanbul Güvenlik Şube Müdürlüğü, Polis Memuru

KAYNAKÇA:
ŞENER, Sami, Sosyoloji Sosyal Bilimlere Alternatif Yaklaşım, İnkılab Basım Yayım, İstanbul, 2009
BALCIOĞLU, İbrahim, Şiddet ve Toplum, Bilge Yayıncılık, İstanbul, 2001
ERKAN, Rüstem, Kentleşme ve Sosyal Değişme, Bilimadamı Yayınları, Ankara, 2002
DÖNMEZER, Sulhi, Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, ‘ Hızlı Şehirleşme ile Suç ve Ceza Adalet Sistemi İlişkileri ’ Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul, 1986
YILDIRIM, Aziz, Kentleşme ve Kentleşme Sürecinde Göçün Suç Olgusu Üzerindeki Etkileri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2004
          

11 Mart 2012 Pazar

UŞKUN NEDİR?(muş muzu)


Uşkun, kuzukulağıgiller (Polygonaceae) ailesinden, bazı yerlerde boyu 100 – 150 santimetreyi bulan otsu bir dağ bitkisdir. Uşkunun bir filin kulaklarını andıran büyük yaprakları bulunuyor. Bu yaprakların ortasındaki gövde, dibinden kesilerek şehirlere getiriliyor.
 
Dış kabukları tıpkı muz soyar gibi soyulup içi yeniyor. Lifli bir yapısı olan bu bitkinin tadı biraz ekşi ve biraz da mayhoş. Çiğnedikçe ağızda tatlı/ekşi bir lezzet kalıyor. Özellikle yemeklerin ardından yenen uşkun, Hazmı kolaylaştırıyor ve mideyi rahatlatıyor. İlkbaharda kar sularının erimeye başladığı zamanda ortaya çıkan, gövdesindeki kabuğu soyularak yenilen uşkun mide, bağırsak, hazımsızlık ve özellikle şeker hastalığına iyi gelmesinin yanı sıra afrodizyak özelliğine de sahiptir
SON 11 BİREYİ MUŞ-BULANIK'TA YAŞAYAN TELLİ TURNALARIN NESLİ YOK OLMA TEHLİKESİ İLE KARŞI KARŞIYA

               Anadolu türkülerinin en önemli temalarından birisini oluşturan Telli turnaların Türkiye’de üreyen son 11 bireyi Muş’un Bulanık Ovası’nda yaşam mücadelesi veriyor. Eskiden İç Anadolu Bölgesi’nde de ürediği bilenen telli turnaların tüm Avrupa’da üreyen son 11 bireyi Bulanık Ovası’nda kısıtlı bir alanda bulunmaktadır. Kış aylarını Afrika'da geçiren telli turnalar, uzun bir göçün ardından Mart ve Nisan aylarında Türkiye’deki üreme alanlarına gelmekte. Telli turnaların en yakın akrabaları Hazar Denizi’nin kuzey doğusunda yaşıyor. Bu nedenle telli turnaların Bulanık Ovası’ndan da çekilmesi durumunda ülkemizde bu türü sonsuza kadar kaybetmekle karşı karşıyayız. Bu nedenle; Doğa Derneği tarafından başlatılan kampanya çerçevesinde Telli Turnalar hakkında farkındalık yaratılması için çalışmalar yürütülmekte. Muş Valiliği’nin desteklediği çalışma kapsamında Bulanık sulak alanının uluslar arası korunmaya alınması için çalışmalar yürütülüyor.


Telli Turna
               Turnadan daha küçük ve zariftir. Adını gözünün gerisinden çıkan beyaz süs tüylerinden alır. Gövdesi gri renktedir ve kanat telekleri siyahtır. Başı ve boynunun ön kısmında yer alan siyah renkteki tüyler, bir sakal gibi göğsünden aşağı sarkar. Nehirlerin çevresindeki sulak alanlarda, taşkın ovalarında ve nehir adacıklarında ürerler.
               Telli turnalar Mart ve Nisan aylarında kışladıkları Afrika’dan ülkemize bilinen üreme yerleri olan Muş’un Bulanık Ovası’na gelmektedirler. Burada yaz boyunca yavrularını çıkarır büyütür ve uçururlar. Sonbahar göçünde Eylül ve Ekim aylarında yine ülkemiz üzerinden Afrika’ya kışlama yerlerine geri dönerler.

Telli Turnaları Bölge Halkı Ve Çobanlar Koruyacak


               Doğa Derneği’nin Irmak Okulları ile birlikte gerçekleştireceği proje ile Muş Bulanık Ovası’nda ilkbahar döneminde detaylı kuş araştırması yapılarak telli turnaların 2008’deki durumu belirlenecek. Telli turnaların üremeye devam ettiği ada koruma altına alınacak ve bölge halkından bekçilik hizmeti alınarak ve çobanlarla işbirliği yapılarak kuşlara zarar verilmesi engellenecek.

               Projenin tüm çalışmalarına Irmak Okulları öğrencileri ve telli turnaların yaşadığı Yoncalı’daki öğrenciler de dâhil olacak. Öte yandan, Muş Bulanık Ovası 75. Yıl Yoncalı İlköğretim Okulu ve 75. Yıl Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okullarını kardeş okul seçen Irmak Okulu öğrencileri, yaptıkları aktivitelerle telli turnaların korunmasına destek oluyor.
ÖLÜME UÇAN KUŞ; "TOY"

               Toy, nesli hızla tükenen bir kuş türüdür. özellikle yasadışı avcılık nedeniyle toyun nesli tehdit altındadır. ülkemizde yaşayan (500 birey) toy kuşu’nun 295 bireyi muş ovasındadır.
               Toy (Otis tarda), nesli dünya ölçeğinde tehlike altında bulunan ve 'Hassas' (Vulnerable) kategorisinde sınıflandırılmış bir türdür (BirdLife International 2000). Tür aynca, Avrupa Birliği'nin 'Yaban Kuşları Direktifi' (Wild Birds Directive) Ek 1; 'Bern Sözleşmesi' Ek II; 'Bonn Sözleşmesi1 Ek I ve 'CITES' Ek I bölümlerinde yer almaktadır. BirdLife International'ın Avrupa ölçeğinde koruma Önceliğine sahip türleri belirlemek için yaptığı çalışmaya göre toy, 1. kategoride bulunmaktadır. Bu kategori kısaca SPEC1 olarak tanımlanmaktadır (Tucker & Heath 1994).
               BirdLife International bünyesindeki bir çalışma grubu olan 'Bozkır ve Çayırlık Kuşları Grubu(Steppe and Grassland Birds Group) yaklaşık 20 yıldır toy üzerinde çalışmalar gerçekleştirmektedir (EC 1996). Modernleşme ile birlikte ilaç, makine ve sulama yöntemlerinin kullanıldığı yoğun tarım faaliyetlerinin yaygınlaşması, aşın otlatma baskısı ve artan insan yerleşimleri türün özellikle Avrupa'daki popülasyonlarının azalmasına ve parçalanmasına neden olmaktadır.
               Ülkemizde toyun uygun yaşam alam olan doğal otlak ve açık alanların hızla bozulduğu ve yok olduğu düşünüldüğünde; koruma çalışmalar acil olarak başlamalı, ve bu şekilde popülasyonlarının parçalanmasına ve yok olmasına engel olunmalıdır. Avrupa Komisyonu Toy Koruma Eylem Planı'nın (EC 1996) Türkiye için önceliklerinden biri; ülkemizdeki toy popülasyonlar hakkındaki bilgi boşluğunun  giderilmesi için araştırmalar yapılması ve toy için önemli yaşam alanlarının belirlenmesidir. Bu çerçevede toy, Türkiye'de doğal çayır ve bozkır alanların uluslararası önemi hakkındaki bilincin arttırılmasında bir 'bayrak tür' olarak kullanılmalıdır.
               Şu ana kadar Avrupa eylem planında yer alan toy populasyonu araştırmasının tamamlanmasına yönelik bazı çalışmalar yapılmışsa da, henüz tüm Türkiye taranmamışlar. 1998 yılında Türkiye Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin (DHKD) Konya Havzası'nda yürüttüğü bir araştırma toyun yalnızca Tuz Gölü ve Çöl Gölü civarında, düşük bir olasılıkla da Bor-Zengen Ovası'nda ürediğini ortaya koymuştur (Eken & Magnin 2000). Bu araştırmayı takiben DHKD ve Su Kuşları ve Sulakalanlar Uluslararası Çalışma Grubu (International VVaterbird & Wetland Research- Working Group WIW0), 2000 yılında, Tuz Gölü yakınlarında, 1998 yılında toyun kaydedildiği yerleri daha detaylı araştırmak amacıyla bir proje gerçekleştirmiştir. Proje sonucunda 4 kur yapma alanı ve 80 kadar üreyen birey saptanmıştır (Heunks et al. 2001). DHKD gerçekleştirdiği Güneydoğu Anadolu Biyolojik Çeşitlilik Projesi kapsamında da türün bu bölgedeki üreme dağılımı hakkında bilgi toplamıştır. Toyun diğer yayılış alanları olan İç Ege, Göller Bölgesi, Sakarya Havzası, İç Kızılırmak Havzası, Yukarı Fırat Havzası ve Doğu Anadolu konusunda ise 2002 yılına kadar bir araştırma yapılmamıştır.
               Toy için uygun, geniş yaşam alanları sunması ve bölgede doğa üzerindeki insan etkisinin nispeten azlığı Doğu Anadolu Bölgesi'nin Türkiye'de en çok sayıda toy barındıran bölgelerden biri olduğu fikrini desteklemektedir. Aynca, bu bölgeye ait gözlem verilerinin Türkiye'nin diğer bölgelerine göre kısıtlı olması, türün ülke genelindeki durumunun saptanmasını engel olmaktadır. Bu nedenlerden dolayı, DHKD, Türkiye'deki kuş gözlem topluluklarının katılımlarıyla, 2002 yılında, Toy Koruma Projesi'ni gerçekleştirmiştir. Projenin ilk aşamasında yapılan arazi çalışmasıyla Doğu Anadolu Bölgesi'nde üreyen toy sayısı ve dağılımının son durumu ortaya çıkarılmıştır. Böylece toyun ülkemizde uzun vadede korunmasının sağlanması için bir altyapı hazırlanmış ve ulusal eylem planının hazırlığı başlamıştır. Eldeki verilere göre, Sakarya Havzası, İç Kızılırmak Havzası, Yukan Fırat Havzası'nda da toyun büyük popülasyonlarının olma olasılığı vardır. Bundan sonraki araştırmalarda bu bölgelere öncelik verilmelidir.
               Ülkemizdeki otlak ve açık alanların hızla doğallığını kaybetmesi nedeniyle Türkiye'deki toy popülasyonlar parçalanma ve yok olma riskiyle karşı karşıyadır (Heunks et al. 2001). Toyun en geniş üreme dönemi dağılımı Trakya, Güney Ege, Batı Akdeniz ve Karadeniz Bölgesi kıyı şeridi hariç tüm bölgelerimizdeki deniz seviyesinden 1,800 metre (hatta bazen daha da çok) yüksekliğe kadar olan neredeyse bütün düzlükleri içermekteyken, geçtiğimiz yüzyılın ortalarından sonra hem üreme hem de kışlama dağılımının oldukça daralmış ve daha önce kullanılan birçok alanın terk edilmiştir (Şekil 2, 3). Toy popülasyonu birkaç alan hariç pek çok yerde doğal bozkırların bulunduğu alanlara doğru çekilmiştir. Şu anda, Türkiye popülasyonunun biri İç Anadolu ve İç Akdeniz diğeri ise Doğu Ve Güneydoğu Anadolu'da olmak üzere iki alt popülasyona bölünmüş olduğu düşünülmektedir (Kasparek 1989). İç Kızdırmak Havzası ve Yukan Fırat Havzasi'nda yapılacak olan araştırmalar bu iki popülasyon arasındaki bağı ortaya koymak açısından büyük önem taşımaktadır.
Yaşam Alanı ve Biyolojisi
               Toy, yaşam alanı olarak doğal ve ikincil bozkır alanları, otlakları ve yoğun tanm yapılmayan arazileri tercih eder. Alçak, düz ve açık araziler ile nehir havzaları tür için çok uygundur. Ağaçlık ya da taşlı ve dik arazileri tercih etmezler. Etraflarım rahatça görebilecekleri ve engelsiz olarak hareket edebilecekleri bir araziye ihtiyaç duyarlar. Tarih içerisinde toylar, önceleri doğal bozlar alanları yaşam alanı olarak kullanırken, insan etkisiyle yaratılan ve çok çeşiüi beslenme olanakları sunan tarım ve otlak arazilerini tercih etmeye başlamıştır.
               Yuvalama alanları deniz seviyesiyle 3,000 metre arası yükseldikte olabilir, ülkemizdeki üreme alanları Marmara Bölgesi'nde deniz seviyesindeki düzlüklerden Doğu Anadolu'da 2500 metredeki platolara kadar varır (Kasparek 1989). Çoğunlukla tahıl ekilen tarım alanlarında yuva yaparlar. Ayrıca yuvalama alanı çevresinde nadas veya boş araziler bulunması yiyecek ve koruma sağlama açısından çok gereklidir. Başarılı üreme gerçekleşebilmesi için rahatsız edilmemeleri çok önemli bir etkendir (BI 2000). Bununla birlikte, üreme döneminde kur yapmak için önemli sayılarda belli alanlarda toplanmaları ve tehditlere çok fazla açık olmalarından dolayı koruma çalışmaları bu dönemlerde çok önem kazanmaktadır. Üremek için toplandıkları alanların çok iyi korunması gerektiği böylece ortaya konulmaktadır.
               Toylar fazla yağış alan ya da çok kurak bölgelerden kaçınırlar. Kışın geniş nadasa bırakılmış arazilerde, yonca ve kolza tarlalarında barınırlar. Soğuğa dayanıklı olmakla beraber yerin karla örtülü olduğu zamanlarda daha sıcak alanlara düzensiz küçük göçler yaparlar. Örneğin, Türkiye'deki toy popülasyonların kış dağılımı büyük çoğunlukla, Ocak ayı ortalama sıcaklığının 0°C'nin alana düşmeyen alanlarda sınırlı kaldığı görülmüştür (Kasparek 1989).
               Toylarda eşeysel dimorfîzm görülür. Erişkin erkek ve dişilerin görünüşleri birbirinden oldukça farklıdır. Erişkin erkekler dişilerin yaklaşık iki kati büyüklüğünde olup, beyaz bıyıklan, çok kalın boyunları ve kızıl bir göğüs bandı şeklinde olan tüyleri vardır. Erişkin erkek toylar üreme döneminde boyunlarını şişirip kuyruklarını yukarıya doğru kaldırarak dolaşırlar. Erkek toyların tamamen erişkin hale gelmesi 5-6 yıl sürer. Dişiler için bu sure 3-4 senedir. Yavrular ise büyüklük ve görünüm olarak dişilere benzer. Toy erkekleri üreme döneminde 'tek' denilen gruplar oluşturur. Bu gruplarda erkekler bir araya toplanır,kabararak birbirleriyle yansır ve dişileri etkilemeye çalışırlar. Kur davranışı sırasında kabaran erkek toylar, kahverengi olan tüylerini kabartıp ters çevirerek bembeyaz olurlar. Bu esnada başlarım içeriye çeker ve bıyıklarım yukarıya doğru dikerler.
Çiftleşme sonrası gruplar dağılır. Dişiler tek başına, genellikle çiftleşme yerleri yakınlarında, yuva kurar. Yuvalar ekin içinde, toprak üzerindedir. Genelde 2 yumurta bırakırlar, bu sayı 1-4 arasında değişebilir. Kuluçka dönemi 25-27 gün sürer. Dişi rahatsız edildiği takdirde yuvayı kolaylıkla terk eder (EC 1996). Çıkan yavrular gelecek kur dönemine dek anneyle beraber kalırlar.
Göç Hareketleri
               Bilinen Toy popülasyonlarının çoğu yerleşiktir. Kötü kış şartlan dolayısıyla doğu Avrupa'dan batıya doğru, Fransa ve Hollanda'ya kadar varan uzun mesafeli yer değiştirmeler görülmüştür (EC 1996). Bu kısmi göçler genellikle yiyecek açısından elverişsiz olan alanlardan kaynakların halen mevcut olduğu bölgelere doğrudur. Aynca, bu göçler sırasında uygun olmayan yaşama koşullan sebebiyle ölüm oranlan çok yüksek olduğundan üreme alanlarında sağlanacak koruma önlemlerine ek olarak kışlama bölgelerinde de koruma sağlanmalıdır.
               Türkiye Orta Anadolu popülasyonlarının da yerleşik olduğu düşünülmekle beraber, kış aylarında don görülen alanlardan kaçınarak üreme bölgelerinin dışına kısmi göçler gerçekleştirdikleri bilinmekledir. Toyun ülkemizdeki kış dağılımının genellikle Ocak ayı ortalama sıcaklığının 0°C'nin altına düşmeyen bölgelerle sınırlı olduğu görülmüştür. Doğu Anadolu'daki üreyen popülasyonların ise kış aylarında bölgeyi terk ettikleri görülmektedir. Arazi çalışmalarımız sırasında bölgede yaşayan avcıların verdiği bilgilerden de toyların karın düşmesiyle ayrıldıklan ve ancak Mart sonu-Nisan başında geri geldikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca, İç Anadolu popülasyonlarının da aşın soğuk kış aylarında güneye doğru indikleri haritalanan kayıtlardan görülmektedir (Şekil 2, 3).
               Soğuk hava, don ve kar örtüsüne bağlı bu bölgesel göçler dışında, düzenli göç hareketi Rusya ve Orta Asya popülasyonlarında görülmektedir (EC 1996). Bu göçmenler, kışı güney Ukrayna (göç geçişinde ve kışın 8,000-10,000 toy görülmektedir) ve üreme bölgelerinin güneydoğusunda; Suriye'den kuzey Irak'a, doğuda İran'a kadar olan bölgede, Güneydoğu Rusya'da ve Orta Asya'da, özellikle Tacikistan'da geçirmektedirler (Cramp & Simmons 1980).
               Ülkemizdeki toy göç hareketleri çok az bilinmekle beraber bu seneki arazi çalışmamız sırasında edindiğimiz bilgiler ve eski verilerin değerlendirilmesi Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin düzenli göçmen toylar açısından büyük önem taşıdığım gösterdi (Şekil 2, 3). Özellikle sonbahar göçü sırasında Toylar kuzeyden gelerek Murat-Fırat vadisi boyunca geçit yapıyor ve Suriye, İran, frak üçgeni içindeki kışlama alanlarına varıyorlar. Ülkemizden geçişleri sırasında dinlendikleri düzlüklerde gruplar halinde büyük sayılarda gözleniyorlar. Örneğin, Ceylanpinar Tarım İşletmesi arazisinin kışın ve sonbaharda önemli miktarlarda (800-1,000) toy barındırdığı rapor edilmektedir (Kasparek 1989). Sonbahar göçü sırasında büyük gruplar halinde görülen göçmen toyların yüksek sayılarda avlanması ülkemiz dışındaki toy popülasyonlarını da etkileyeceğinden bu konuda Önlemler alınmalıdır.

Tehditler ve Yasal Düzenlemeler
               Türe karşı en büyük tehdit uygun yaşam alanlarının yok olmasıdır, Bozkır alanların sürülmesi, yoğun otlatma, ağaçlandırma, sulama ve yol çalışmalarının artması, arazi etrafına çit ve hendekler yapılması uygun yaşama ve üreme alanlarının daralmasına ve bölünmesine yol açmaktadır. Ayrıca, ekilen ürün çeşidi ve miktarlarının değiştirilmesi ya da tarımsal tekniklerde yapılan değişiklikler türü olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Arazilerin özelleştirilmesi sonucunda tarım faaliyetlerinin yoğunlaşması çok önemli bir potansiyel tehdittir. Yoğun tarımın yaygınlaşmasıyla artan makine, kimyasal ilaç ve gübre kullanımı üreme başarısını düşürmektedir. İhsan baskısının artması da tehditler arasındadır. Özellikle kur gruplarının oluştuğu alanlarda rahatsız edilmeleri üreme başarısını düşürmektedir. Büyük ve manevra kabiliyeti az olan bir kuş olduğundan elektrik telleri ile çarpışmalar sonucunda yaralanma ve ölümler olmaktadır. Türün yasadışı avlanması halen sürmekte olan Önemli bir tehdittir (EC 1996, BI2000).
                Ülkemizdeki önemli tehdit unsurları:; aşın otlatma ve sulama/drenaj projeleri sonucu üreme alanlarının zarar görmesi, insan baskısı sonucu uygun yaşam alanlarının azalması, yasadışı avcılık, tarım faaliyetlerinin yoğunlaşması, besin azlığı, kimyasal kullanımı, elektrik telleri ile olan çarpışmalar olarak sıralanabilir (EC 1996, Heunks et al. 2001).
               Tür Avusturya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Macaristan, Portekiz, Romanya, Rusya, Slovakya, İspanya, Türkiye ve Ukrayna'da yasal olarak koruma altında olup, ülkelerin ulusal kırmızı üstelerinde sınıflandırılmıştır. Avlanması tüm yıl boyunca yasakür ve çeşitli cezalara tabidir. Ayrıca, tarımsal alanların ve toy yaşam alanlarının yönetim planı uygulamalarıyla türün popülasyonlarının korunmasına çalışılmaktadır. Koruma alanları ayrılması ve üretme çabalan da koruma faaliyetleri arasındadır.
               Ülkemizde tür, Nesli Tehlike Altındaki Türler Kırmızı Listesi taslağında 'Nadir' olarak sınıflandırılmış ve avlanması 1977'den bu yana yasaklanmıştır. Ayrıca, Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü tarafından 1993 yılında Kütahya-Altıntaş Ovası'nda 20,000 dönümlük alan Toy Koruma Alanı ilan edilmiştir (EC 1996).